Yaşamda var olan her şey değişime mahkumdur. İnsan dışında başka türler değişimi olağan biçimde gerçekleştirir. Değişmeyip aynı kalmakta ısrar eden tek canlı türü insanoğludur. Bunun sebebini bize bahşedilen bilince bağlıyorum. Bilinç hem bizi üstün kılıyor hem de aciz. Neden mi? Beyinle beraber bilinç, doğduğumuzda bizimle gelen bir parçamız ancak beynimizin yanında kullanma kılavuzu gelmediğinden yaşam sürecinde onu kullanırken tökezleyip, şaşalamamız muhtemel. Bu süreçte tıpkı eve kurulması gereken bir eşya alındığında kılavuzu kullanmak yerine kendi deneye yanıla başarmakta ısrar eden babalar gibi deneyip yanılıp, başarmakta ısrarcı tavırla hareket etmemiz gerekiyor. Sonucunda ya eşyayı tam kuruyoruz (beynimizin en yararlı biçimde kullanıyoruz) ya eşyayı yarım yamalak kuruyoruz (beynimizi işlevsiz çalıştırıyoruz) ya da eşyayı fırlatıp atıyoruz. (Kamu spotu: Eşyayı fırlatıp atanlardan uzak durmak ruh sağlığımız için en idealidir.)
Yarım yamalakçılar, sorumluluk almayı sevmeyenlerimizdir. Kendi işlerini dahi yaparlarken başkalarının aklıyla hareket ettikleri olmuştur. Zihni araç değil amaç olarak gördüklerinden kaynaklı hapis hayatı yaşarlar. Zihinleri hapishane, düşünce biçimleri parmaklık, hayatları da mahkum olur. Dışardan bireymiş hatta özgürmüş, hür iradeleri varmış gibidirler ancak hakim olamadıkları düşünceleri tarafından yönetilirler. Kendimce vardığım kesin yargılarımdan sadece olumsuz sonuçları var gibi duruyor değil mi? Ama öyle değil. Yarım yamalakçılar da ikiye ayrılır. Birincileri tamamen pes eder. Onlar “Ben varlığımın nedenini de hayatın amacını da çözemeyeceğim.” derler, aralarından bazıları bunu bile demeyip “Kaderimizi yaşarız yahu, seçme şansımız mı var?” der ve pes ederler. İkincileriyse o hapishanede yanar yanar yandıkça hem de. Tam kül oldum bittim diyecekken “Yeter artık! Ben bu yaşama eziyetler için gelmiş olamam.” der ve o ateşi küçültüp kalbine koyar. Beynini doğru kullanmayı öğrenmek için çabalar. Zihni onu istemediği düşüncelerle sardığında kalbine dokunur, daha önce yandığını, piştiğini hatırlar ve mücadelesine devam eder. Başarır. Eşyayı yanlış kurduğunda “Bu olmadı sanki bey” diyen annelerimizin, babamıza onu tekrar baştan başlama nedeni vermesi gibi. Baştan başlar yarım yamalakçılar fakat bu sefer hatalarını göz önünde bulundururlar, yeni yöntemler denerler.

Fotoğraf: David Cassolato
Bir eşyayı kılavuz olmadan tamamen doğru kuranlar ya daha önce bu işlemi yapmıştır ya da başında bu işlemi deneyimlemiş bir rehbere sahiptir (bunlar ebeveynlerimiz). Biz yanarız pişeriz; sıra çocuklarımıza gelir, onlara yolumuzu anlatırız, seçmek isterlerse denerler.
Zihnini araç konumuna getirebilenler, ihtiyaç halinde onu kullanırlar. Düşünmeyi sağlıklı şekilde gerçekleştirir, kendi fikirlerinin farkında olarak sorgulamalarını sonuçlandırırlar. Hayatı sağlıklı yoldan sorgulayanlarımız için vardır gelişim. İnsanların bazıları kendini geliştirmemeyi yadırgamayabilir ve gelişmediği için değişmediğini de varsayabilir. Ancak bize hediye verilen bilinci gelişim için kullanmayıp hapishaneye çevirmek insanı gün geçtikçe mutsuzlaştıracağından değişimden kaçamaz. Beşerin koyduğu yapay kurallarla dolu dünyanın koşturmacasında yaratılış amacını bilmez, nefes nefese koşar da durup nefesin kutsallığını hissetmez. Gitgide kötüleşir ve bu bir değişimdir. Bebek olarak gözlerini açıp yetişkinliğe geçtiğinde özden gelen yapıyı anlamayıp kendi hapishanesinde kendi cehennemini yaratanlar değişenlerdir. Özünü kavrayıp kendini dolayısıyla da hayatını seçip iyi geleni yapıp yola devam edenler gelişenlerdir.
Şimdi soruyorum: Biz geliştik mi değiştik mi?
Yukarıda dediğim bir cümleye ekleme: Değişmeyip aynı kalacağını sanmakta ısrar eden tek canlı türü insanoğludur. Çünkü ornitorenk değilseniz değişime mahkumsunuz.
Yeni yazını çok beğendim. Her ay sabırsızlıkla bekliyorum.
Gelişerek değişmek dileğiyle🙏🏻Emeğinize sağlık 👏👏👏
Harika bir yazı❤