İnsanın Köşesi
Olduğun yerde ne renk ne nesne ne de insan… Hiçbir şey yoktur. Ve çırılçıplaksındır. Sadece kıyafetinin yokluğundan değildir bu çıplaklığın. Zorunlulukların, yüklendiğin sıfatların, bağlı olduğun öğretiler, iyi kilerin, keşkelerin yoktur. Sen sensindir alabildiğine hem de, sadesindir üzerine asılan askıların olmadan.
Bu çağda yalnız olmak bir lükstür. İnsanın olmadığı yerde bile kişinin tek başına kalması, telefonun internete bağlanmasıyla zorlaşmıştır. Teknolojinin olumsuz getirilerinden biridir bu. Ne var ki oturduğumuz yerden, zamanın ve mekanın ihlaliyle bedenen olmasa da zihnen dünya turu yapabilmek, başkalarının hayatlarına süzülebilmek güzel görünür. Ki güzel de olabilir ancak konumuz şu an bu değil. Bu durumun olumsuz yanı telefon ekranıyla dışa açılıp içimizi kat kat kilitlememizdir. Birey artık yalnız kalamamaktadır ve nihayetinde en büyük zenginlik kendi dünyanı yaratmaktır.
Tam bu noktada adına ‘köşe’ demenin anlamlı olacağı bir gereklilik ortaya çıkar. Çünkü insanoğlu hariç diğer tüm canlılar, kodlanmış gibi içgüdülerine özgü şekilde görevlerini yerine getirirler. Dünyaya geldikleri ilk andan hayat hedefleri, yapacakları bellidir. Bunun için uzun uzun kafa yormazlar. Biz düşünme yetimizle diğerlerinden ayrılırız. Zihin denen yapı bize amacımızı bulmak adına hizmet etmeye yarar, yani doğduğumuz andan itibaren elimize bir görev listesi tutuşturulmaz. Bu dünyayı araştırmak, varlığımızın nedenini sorgulamak tamamen ellerimizdedir. Köşenin değeri de buradan gelir. İnsan yalnızca içini keşfederek benliğini bulabilir.

Fotoğraf: Kevin Malik
Sürekli bir koşuşturma… Tıpkı gürül gürül akan bir nehir edasıyla geçip gidiyor zaman. Ne yazık ki kuru bir arazide suyun ardı arkasının kesilmemesi için dua eden çiftçi değiliz. Vaktimizi istikrarlı bir akıntıya kaptırma zorunluluğu nereden gelir? Hakkımızdır, bazen ait hissettiğimiz ilk kuytuda soluklanmak ve bunu yaparken de durup kendimizi içimize çekmek.
Birileri bazen dakikalarca bizi anlatır, kişiliğini bilenlerimiz sakince dinler, bihaber olanlarımızsa şaşkın kalır. Sanki başkasını konuşurlar da tanıyamaz kendini. İnanılmaz geldi değil mi? Oysa duygularına bile yabancı birçok insan var aramızda. Arkadaş, kardeş, anne, baba… derken hocalar, yazılılar, okullar, işler… herkesin ve her şeyin kitabını yazmış da kendisi için kalem oynatamamıştır bunlar. Acımayınız onlara, üzülmeyiniz de. Ayna olunuz. En faydalı öğreti budur. Hey size diyorum ait olduğu köşeyi yaratıp içini doldururken benliğinin ufuklarına kulaç atanlar…Gelin, gösterin bunun mükemmelliğini, anlatın denize açılmayı reddedenlere. Deyin ki “Gözlerini kapat ve hayal et. Her yer senin seçeceğin renklere kuşanması için bembeyaz, her taraf seninle ve seçtiklerinle doldurulması için bomboş.”
Beni alıp götürdü, çok akıcı bir denemeydi.Emeğinize sağlık ❤