Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan taslak Müfredata tepkiler sürüyor. Gazeteci. Fatih Altaylı’nın ardından Eğitim Sen de tepki gösterdi.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan taslak Müfredata tepkiler sürüyor. Gazeteci. Fatih Altaylı’nın ardından Eğitim Sen de tepki gösterdi.
Yeni Müfredat Dini ve Milli Değerleri Temel Almıştır
Eğitim-Sen tarafından yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verdi, “Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in bugüne kadar yaptığı açıklamalardan çıkarılabilecek en somut sonuç, yeni eğitim müfredatının, tüm derslerde sarmal olarak ‘dini’ ve ‘milli’ değerleri temel alan, farklılıkları ötekileştiren bir içerikte hazırlıkların yapılmış olmasıdır. Yıllardır iktidar eliyle adım adım hayata geçirilen eğitimde dinselleşmenin son halkasının yeni müfredat üzerinden tamamlanması hedeflenmektedir. Müfredatlar eğitim felsefesi anlayışlarından bağımsız olarak düşünülemez. Çünkü bir ülkenin eğitim gerçeğinin temelini eğitim felsefesi oluşturur. İnsanın hangi bilgiler, gerçekler ve değerler üzerinden biçimlendirilmesi isteniyorsa, ona uygun eğitim politikaları oluşturulur. Bu politikalara dayalı olarak eğitim planlaması somutlaştırılır ve böylece eğitim uygulamalarına meşruluk kazandırılır. MEB’in müfredat değişiklikleriyle yapmak istediği şey, tam olarak iktidarın siyasal ve ideolojik çizgisine paralel olarak “milli ve manevi değerler”le donatılmış nesiller yetiştirmektir. Nitekim Milli Eğitim Bakanı’nın STK olarak tanımladığı tarikat ve cemaatlerin ısrarıyla, ÇEDES projesiyle tamamen dini değerlere dayalı “değerler eğitimi” uygulamasının eğitimin tüm kademelerinde hayata geçirilmesi hedeflenmektedir”
3 Seçmeli Din Dersi Konuldu
AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda çok fazla hissedilmemesine rağmen muhafazakâr ve özellikle dinî konular, müfredatlarda gittikçe artan oranda başat hale geldi. AKP 2002 yılında ilk kez iktidara geldiğinde Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifinde, biraz da uygar dünyaya “zararsız” gözükmek amacıyla o zaman için yapılabilecek her şeyi yapmaya çalıştı: Örneğin müfredatlardaki ve ders kitaplarındaki ayrımcı ifadeler ayıklandı, Alevilik din derslerine ünite olarak eklendi, demokratik eğitimle ilgili bazı dersler müfredatlara eklendi, ders kitaplarında evrensel değerler vurgulandı vb. Ancak AKP iktidarı kendini kurumsallaştırdıktan sonra asıl yüzünü gösterdi ve eğitimde derdinin demokratikleşme değil, dinselleştirme olduğunu ilan etti. Bu çerçevede özellikle 2012 yılında uygulamaya geçilen 4+4+4 eğitim sistemi ile zorunlu din derslerinin yanına genellikle fiilen zorunlu üç seçmeli din dersi (Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamberimizin Hayatı, Temel Dinî Bilgiler) daha konuldu. Öncesinde bu dinselleşmeyle paralel biçimde, biyoloji kitaplarından evrim konusu çıkarılmış ve yerine yaratılış düşüncesi getirilmişti. İlaveten, zamanla okul müdür ve müdür yardımcıları çoğunlukla İmam-Hatip veya İlahiyat Fakülteleri mezunlarından olan öğretmen ve eğitimcilerden seçilmişti. Erdoğan zaten asıl hedefinin “kindar dindar nesil” yetiştirmek olduğunu açıkça ifade etmişti.
Kindar Dindar Nesil Mi Yetiştirilecek ?
O halde, tarihte birçok kez görülen hâkim ideolojiye uygun nesiller yetiştirme hedefi günümüz Türkiye’sinde “kindar dindar” nesil yetiştirmeye dönüşmüş durumda. Bu amacın gerçekleştirilmesinde de en büyük görev okullara verildi. Sözde seçmeli din dersleriyle çocuklar din dersini seçmek zorunda bırakılmaktadır, bu süreçte müdür ve yardımcıları, hatta öğretmenler ve veliler, her öğrencinin bu sözde seçmeli dersleri seçmesi için baskı yaptılar. Zorunlu seçmeli din derslerinin yanı sıra özellikle felsefe, tarih, biyoloji gibi derslerin içerikleri de bu amacı gerçekleştirmek için değiştirildi. Yeni müfredat hazırlıkları konusunda sorunun eğitim biliminin temel ilkeleri göz önünde bulundurarak hayata geçirilmesi gerektiği açık. Eğitim Sen, eğitimin toplumsal bir olgu olarak ele alınıp, bu olguyu tanımlayan değişkenlerin bütünsel bir çerçeve içinde analiz edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Sendikamızın müfredatla ilgili önerileri aşağıdaki gibidir.
Laik ve Bilimsel Eğitime Büyük Meydan Okuma : ‘Yeni Müfredat’
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından, 2017-2018 eğitim öğretim yılından itibaren eğitim kademlerinin tamamında yeni müfredatların uygulanmaya başlanacağı açıklandı. İlkokul ve ortaokul düzeyinde 17, lise düzeyinde 24, İHL’lerde 10 olmak üzere toplam 51 ayrı müfredat tamamen yenilendi. Yeni eğitim müfredatı çok kısa süre içinde hazırlandı, değerlendirme yapılamayacak kadar kısa bir süre askıya çıkarıldı, bilimsel inceleme, değerlendirme ve pilot uygulama yapılmadan hayata geçirildi. MEB, “Müfredatın öğretmen, öğrenci ve velilerin görüşleri alınarak yenilendiğini” iddia etse de, gerçekte böyle bir sürecin yaşanmadığı, özellikle tarih derslerindeki ayıklamalar ve evrim teorisiyle ilgili önerilerin hemen hemen hiç biri dikkate alınmadı. Kaldı ki eğitimle ilgili demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve derneklerinin, konuya dair bırakın görüşlerinin alınmasını, haberleri bile olmadı. Müfredatlar yine, yeniden ve bir kez daha dar, izole ve alabildiğine dinci-gerici çevrelerin eseri olarak görünüyor.
Gizli Müfredat
Müfredat değişikliği ilkokul, ortaokul ve lisede işlenecek derslerin içeriği ve bunlarla ilgili önemli ve tüm toplumu ilgilendiren düzenlemelerdir. Normalde müfredat değişikliklerinin içeriğinin ne olacağı, nasıl bir değişiklik önerildiğinin bütün yönleriyle, bilim insanları, eğitim bilimciler ve eğitim sendikalarının görüşleri alınarak, çeşitli yönleriyle tartışılarak belirlenmesi gerekir. Oysa MEB’in sürecin başından sonuna kadar yapmaya çalıştığı şey, ülkenin bugünü ve geleceğini ilgilendiren böylesine önemli bir konuda “yangından mal kaçırır gibi” hareket etmek oldu. Toplumsal sınıf ilişkilerinin yeniden üretiminin araçları olarak da kullanılan müfredat ve ders kitaplarının egemen sistemin kendini koruma ve kollamasında “pedagojik” bir işlev gördüğü açık. Bu nedenle eğitim müfredatı, öğretim programları ve ders kitapları, iktidar ilişkileri dışında, basit ve teknik eğitim materyalleri olarak ele alınamaz. Eğitim ortamlarında bir yığın bilgi aktarımı, düşünce ve pratik içinde kimi zaman açık kimi zaman da gizli olarak yerine getirilmesi süreci müfredat değişiklikleri üzerinden hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bize gösterilen “açık müfredat”ın yanı sıra bir de “gizli müfredat” var ki işte orası asıl önemli olan yerdir. Irkçı, gerici, ayrımcı ve dışlayıcı değer ve pratikler, bu “gizli müfredat”la yerine getirilmektedir.
Tüm ülkeyi ve gelecek nesilleri yakından ilgilendiren eğitim müfredatı gibi bir konuda, müfredatın siyasal ve ideolojik olarak iktidara yakın çevrelerin müdahalesiyle daha da geriye götürülmesi, bilime ve aydınlanma düşüncesine karşı resmen bayrak açılması söz konusudur. Ders kitaplarında bir süredir sürdürülen “sadeleştirme” ve “basitleştirme” uygulamalarının doğrudan bilim, felsefe, tarih ve sanat derslerini hedef alması, bilim derslerinde ünite ve kazanım sayılarının azaltılması, başta tarih dersleri olmak üzere, büyük ölçüde “dini” ve “milli” öğeler ve referanslarla donatılmış bir müfredat oluşturulduğu görülmektedir. Ülkeye aydın, ilerici ve değişimci nesiller gerekirken bu müfredatlarla daha geriye doğru bakan, çağdışı zihniyetle donanmış nesillerin yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. Yeni müfredatların, bilim, teknoloji ve çağdaşlıktan ziyade tarikat ve cemaatlerin belirlediği bir biçim ve içerikte olacağı kuşkusuzdur.
MEB, müfredatı yenileme sürecinde yeterince şeffaf ve açık bir tutum almadı, eğitim müfredatının bilim ve bilimsel bilginin yanı sıra olgusal gerçeklerle (örneğin evrimle) somut bağlarını kopardı, eğitim sisteminde her türlü bilim dışı akım ve düşüncenin gelişmesi için geniş bir alan açtı. İktidarın bir yandan uzaya turist gönderip bilimsel ve teknolojik bir görüntü sunmaya çalışması, Tekno-fest ile gövde gösterisi yapması, öte yandan tarikat ve cemaatlerle MEB üzerinden protokoller yapması büyük bir çelişkidir. Hem uzaydaki astronot hem de okuldaki imamla övünen aynı iktidardır. Bilimin en temel gerçeklerinden biri olan Evrim Teorisi’nin müfredattan çıkarılması, başlı başına bir skandaldır. Evrim Teorisi sadece biyolojide değil, tüm doğa ve insan bilimlerinde, bilimi ve aklı yok sayan “yaradılışçı eğilimlere” karşı, bilimlerin kendilerini geliştirme ve ilerletmenin temel dayanak noktalarından olan bir teoridir. Adı üstünde, evrim bir teoridir ve bu teori pek çok kez bilimsel olarak doğrulanmıştır ama evrenin kaç günde yaratıldığı tezi bilimsel değil dini referans alan bir tezdir.
Eğitimde belli bir inancı merkeze alan, eğitimi ve toplumsal yaşamı dini kural ve referanslara göre düzenlemek isteyen bir iktidarın evrim düşmanlığı anlaşılmaz değil. Mevcut inanç sistemi, tüm canlıların özel olarak ve ayrı ayrı yaratıldıklarını, insanın da bu canlılar arasında özel ve üstün bir yeri olduğu fikrine dayanıyor. Modern bilim ise tüm canlıların ortak ataları paylaştığını, kademeli değişimlerle bugünkü hallerine geldiklerini, halen değişmekte olduklarını ve insanın bu canlılar arasında, yaradılışçıların iddia ettiği anlamda, özel ya da ayrıcalıklı tarafı olmadığını ortaya koyar. Dolayısıyla sorun ‘maymundan gelmek’ gibi sığ bir tartışma etrafında yürütülemeyecek kadar ciddi ve önemlidir. Biyoloji, genetik, tıp, kimya gibi birçok bilim dalının üzerinde yükseldiği temel, bilimsel teori ve yasalardır. Bilimin karşısına dini koymaya çalışmak, akıntıya karşı kürek çekmektir. Evrim teorisi, biyolojiden genetiğe, tıptan ekolojiye kadar canlılığı ve canlıları ilgilendiren bilimsel çalışma alanlarını birbirine kopmaz bağlarla bağlayan en temel bilimsel ilke olarak kabul edilmektedir. Buna rağmen müfredatta yapılan ideolojik ayıklama, öğrencilerin canlılığı ve doğayı bilimin gözüyle görmesinden duyulan rahatsızlığın en açık göstergesidir. Yakın zamanlarda iktidar medyasında pek çok kez şu görüş dillendirildi: “Müfredat ve ders kitaplarında “doğa” öyle yüceltilmektedir ki sanki Allah’a şirk koşulmakta, doğanın Allah’tan daha güçlü olduğu vurgulanmaktadır.” Oysa bilimin temel konusu doğadır ve doğa şaşırtıcı yönleri, sürprizleri ve daha hala açıklanamamış birçok yönüyle bilimin inceleme ve öğretim konusu olmayı sürdürecektir; bundan daha doğal bir şey olamaz.
Evrim Teorisi Kurban Edildi
Evrim teorisi, iktidarın özellikle 4+4+4 sonrasında hayata geçirdiği “kindar dindar” nesil yetiştirme projesine kurban edildi. Türkiye bu hamlesiyle eğitimde bilimin evrensel değerlerine doğrudan cephe alarak, Suudi Arabistan ile aynı çizgiyi benimsediğini göstermektedir. Bu tehlikeli adımın arkasında, bütün okullarda okutulan eğitim müfredatını, imam hatip müfredatıyla bütünleştirme çabaları bulunmaktadır. Müfredat değişiklikleriyle darbeler ve cuntaların da tarih ders kitaplarında okutulacak olması, dersleri militaristleştirecektir. Dönem başında tüm okullarda bir hafta boyunca şiddet görüntüleri eşliğinde gelişme çağındaki ilkokul öğrencilerine, sakıncalı olmasına rağmen, zorla izlettirilen “15 Temmuz darbe girişimi”nin eğitim müfredatına girmesi ve bu darbe girişiminin ulusal bayramlar arasında sayılması, hatta felsefe dersi müfredatı içine yerleştirilerek anlatılmak istenmesinin eğitim bilimine ne kadar katkısı olacağı tartışmalıdır. AKP ilk dönemlerinde müfredat ve ders kitaplarından militarist değerleri ayıklamakla övünürdü. Şimdi ise 12 Eylül darbecilerinin çizgine geldi. İlkokul çocuklarına asker, darbe, silah, ölüm gibi konuların anlatılması “pedagojik cinayet”tir.
Özellikle Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler Derslerinde çok sayıda tartışmalı ve iktidarın siyasal-ideolojik söylemlerini çağrıştıran değişikliklerin yapılması, benzer bir şekilde geçtiğimiz yıl bütün okullarda kutlanması için resmi yazı yazılan “Irak Kut’ül Amare Zaferi” gibi bir olayın yer alması dikkat çekicidir.
Türkiye’deki bütün eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırıldı. İktidarın eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanlarında uyguladığı baskı, şiddet ve dayatmacı uygulamalar, laik eğitime, eşit, özgür ve demokratik yaşama karşı açık bir meydan okumanın yaşandığını gösteriyor. Müfredat değişiklikleri, bir anlamıyla laik, bilimsel ve demokratik eğitim anlayışına karşı meydan okumanın somut bir yansımadır.
Siyasi iktidarın ve MEB’in geçtiğimiz 22 yıl içinde eğitim politikaları alanında ve uygulamada göstermiş olduğu pratik, yeni müfredatın nasıl bir içerikte olacağı ve eğitim sistemini hangi yöne doğru götürmek istediği konusunda yeterince ipucu vermektedir. MEB’in 2005’ten bugüne kadar yaptığı hiçbir programda önceden ihtiyaç analizi yapılmadı, programa uygun altyapı düzenlenmedi ve öğretmenler programların uygulanması konusunda yeterince eğitilmedi. Yanı sıra, programın uygulanma sürecine ilişkin planlama, pilot uygulama ve değerlendirmeler de gerçekleştirilmedi. Sürekli aynı yanlışı yaparak farklı sonuçlara ulaşılamayacağı bilinmesine rağmen, MEB’in aynı yanlışı tekrarlaması dikkat çekicidir. MEB, eğitimle ilgili bir kurum ama yanlışlarından ders almayı hala öğrenemedi. Ders alınmadığı sürece de bunun maliyeti artacak ve bu maliyeti de Türkiye halkları ödeyecektir.
Yeni Müfredatın Eğitim Felsefesi Sorunludur
Müfredat aslında resmi bir “denetim aracı” ve “eğitsel şablon”dur. Ders kitaplarının biçim ve içeriği, öğretmen anlatımları, konular/üniteler, programın zaman çizelgesi başta olmak üzere birçok boyut müfredatlarda tanımlanan çerçeveye göre belirlenir. Bu belirleme işi teknik olmanın yanı sıra ideolojik ve toplumsaldır. Gerici ideoloji ve kuramsal yaklaşımlara göre müfredat ve ders kitapları, kültürel miras ve deneyimin aktarıldığı araçlardır.
Müfredat ve ders kitaplarıyla ilgili olarak vurgulanması gereken en önemli nokta bu kitapların özel, saf, deneyimsiz ve hassas bir kitle olan öğrenciler/çocuklar için yazılmış olduğudur. Seslendiği kesimin öğrenciler olması, ders kitaplarını özel kılar. Ders kitapları, planlanmasından yazılmasına, basılmasından sınıf içinde kullanımına kadar tüm süreçlerde kullanıcısı olan yaş kuşağı ve bu kuşağın eğitsel beklentilerini daima göz önünde bulundurmalıdır. Alana ilişkin bilginin, öğrencinin yaş kuşağına uygun beceriler üretecek bir yapıda sunulması, anlatım ve açıklamaların öğrencinin anlama düzeyine indirgenmesi, görsel araçların anlam üretecek bir şekilde ders kitabına yerleştirilmesi konusunda MEB’in nasıl uygulamalar içine gireceğini tahmin etmek zor değil.
Türkiye’nin eğitim müfredatı, ülkedeki kültürel ve dilsel çeşitliliği, yanı sıra zenginliği yok sayan, farklı inanç ve kimlikleri dışlayan ve piyasanın ihtiyaçlarına yanıt vermeye çalışan, “insan”ı değil, “birey”i ve “bireyciliği”, özellikle etnik kimlik ve dini inanç üzerinden milliyetçiliği, Osmanlıcılığı, iktidar cephesinde sıkça kullanılan “dini” ve “milli” değerleri her fırsatta öne çıkaran ve farklılıkları yok sayan ya da ötekileştiren bir içeriktedir. Yeni müfredat üzerinden bu durumun daha da belirgin hale getirilerek sürdürüleceği anlaşılmaktadır.
Eğitime Dini ve Milli Yaklaşım
Bireycilikle, milliyetçilikle, dini değerler ve rekabetle yoğrulmuş, bilimsel, sanatsal, estetik yönden sığ, büyük ölçüde dini kural ve referanslara dayanan bir dilin kullanıldığı eğitim müfredatının çocuklarımıza/öğrencilerimize verebileceği hiçbir olumlu şey yoktur. Laik, bilimsel ve demokratik eğitimin temel işlevi, bireylerin kendilerini çocuk yaşlardan itibaren özgürce gerçekleştirmelerine yardım etmektir. Dolayısıyla eğitim programları, yaşamı bir bütün olarak kavramayı hedeflemeli, öğrencilerin çok yönlü gelişimlerine hizmet edecek öğrenme yaşantılarını içeren bir içerikte olmalıdır. MEB’in “yeni müfredatı”, düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, itiraz etmeyen ve yorumlamayan robot, ve ruhsuz nesiller yetiştirmek amacıyla hazırlandı. Mesele bilim ve demokrasi değil, çağdışı “dava”dır. Öğretim programlarında bilimsel eğitimle ilgili olan pek çok nokta özenle “ayıklama”ya tabi tutulurken, iktidarın inşa etmekte olduğu ‘yeni rejim’i ve onun “2023 vizyonu”nu merkez alıp, açık ve gizli (örtük) amaç ve değerleri programlara ustaca yerleştirerek kendilerince “dini” ve “milli” bir müfredat oluşturulmak istendiği açık. Eğitimin bütün kademeleri (okul öncesi eğitim dâhil) “dini” ve “milli” yaklaşımla yeniden düzenlenirken, okulların eğitim kurumu olmaktan çıkarılıp, öğrencilere “itaat” ve “sadakat” kültürünü aşılayan birer “terbiye ve ıslah merkezi” haline getirilmesi hedeflenmektedir.
Türkiye’nin Nasıl Bir Müfredata İhtiyacı Var?
Yeni müfredat hazırlıkları konusunda sorunun eğitim biliminin temel ilkeleri göz önünde bulundurarak hayata geçirilmesi gerektiği açık. Eğitim Sen, eğitimin toplumsal bir olgu olarak ele alınıp, bu olguyu tanımlayan değişkenlerin bütünsel bir çerçeve içinde analiz edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Sendikamızın müfredat programı ile ilgili önerileri şu şekildedir:
Sonsöz
Bir ülkede bireylerin hangi bilgiler, gerçekler ve değerler üzerinden biçimlendirilmesi isteniyorsa ona uygun eğitim politikaları oluşturulması kaçınılmazdır. Türkiye’nin mevcut eğitim politikasının temelinde laik, bilimsel ve demokratik eğitim anlayışından çok, eğitim sisteminin iktidarın siyasal-ideolojik hedeflerine uygun olarak biçimlendirilmek istenmesi vardır. Yeni müfredatı bu anlamıyla tüm topluma ve ülkenin geleceğine yönelik tehlikeli bir müdahale olarak değerlendirmek mümkündür.
Dünyanın her yerinde eğitim sistemi, toplumların temel değerlerinin çocuklara ve gençlere aktarılması üzerine kuruldu. Bu haliyle de eğitim sistemi ve okullar, aynı zamanda toplumsal ve kültürel değerlerin yeniden üretim yerleridir. Okulun kültürel üretimdeki özgün yanı, var olan toplumsal farklılıkların sınırlarını yeniden çizerek bu farklılıklarla doğallaştırmasına odaklanır. Diğer taraftan okullar söz konusu farklılıkların sorgulanması ve eleştirisi için de ortam ve olanaklar sağlamaktadır. Bu anlamda okullar, aynı zamanda laik-bilimsel eğitimi savunanlar ile laik/seküler eğitim ve bilim düşmanlarının sık sık karşı karşıya geldiği alanlardır.
Demokratik, bilimsel, laik ve anadilinde eğitimin yaygın olduğu toplumlar, devletin bütün inançlar ve kimlikler karşısında eşit mesafede durduğu, farklı inanç gruplarının birbiri üzerinde baskı kurmadığı, farklı mezhep, kimlik ve kültürlerin baskı altına alınmadığı, eşit yurttaşlık temelinde özgürce bir arada yaşadığı gerçek anlamda özgür toplumların oluşumunu sağlayacaktır.
Eğitim sisteminde yaşanan dönüşümler, içinde bulunulan ekonomik, toplumsal ve siyasal sistemin gelişim süreçlerinden ayrı ya da bağımsız değildir. Bir ülkenin eğitim sistemi, bir bütün olarak içinde yaşanan toplumun gerçekliğini yansıtır. Burada sadece ekonomik düzey değil, toplumsallaşma süreçleri, cinsiyet eşitsizlikleri, ideolojik konumlar, sınıflar arası güç ilişkileri vb. gibi oldukça karışık bir dizi ilişki devreye girer. Bu nedenle Türkiye gibi ülkelerde laiklik ve laik eğitim mücadelesi, okulda ve toplumda yürütülen demokrasi ve özgürlük mücadelesinden ayrı değildir. Eğitim sistemi ve okullar ya tamamen egemen ideolojiye teslim edilecek ya da çocuk ve gençlerin nasıl bir eğitim alması, nasıl bir toplumda yaşaması isteniyorsa, onun için mücadele edilecektir. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)